Her
ne kadar sosyal politikanın aktörleri arasında sivil inisiyatif, din, işletme,
özel sektör, sivil toplum kuruluşları bulunuyor olsa da sosyal politika
önlemlerinin alınmasında görev alan kurumların en önemlisinin devlet olduğu
unutulmamalıdır. Sosyal nitelikli politikalar bütününden oluşan sosyal politika
her şeyden önce bir devlet politikasıdır. Dolayısıyla devlet, sosyal
politikanın temel tarafıdır. Devlet çıkardığı kanunlarla, oluşturduğu kurumlar,
işveren ve arabulucu rolü ile sosyal politikaların oluşturulmasında temel rol
oynamaktadır. Yaptırım gücüne sahip olan devlet, her dönem ve sistemde
toplumsal yapıya yön veren, önemli ekonomik ve sosyal rol ve işlevler
üstlenmiştir. Refahın sağlanması amacıyla kaynakların yönlendirilmesi ve
dağıtılması ise modern devletin en önemli görevleri arasında
sayılmaktadır.
Ülkenin
siyasi, ekonomik, sosyo-kültürel yapısı ile uluslar arası faktörler devletin
sosyal politikaların oluşturulmasındaki rolünü kapsam ve içerik olarak
etkilemektedir. Gelişimi insan hakları ve demokratik hakların yanında birçok
değişkene bağlı görülmektedir. Sosyal politika, devletin ideolojisine,
toplumların gelişmişlik düzeylerine göre kapsam ve içerik değişiklikleri gösterdiğinden
ötürüdür ki, her dönemi kapsayacak bir tanımlamasının yapılması oldukça güç
görülmektedir. Gerçekten de sosyal politika, gerek kavram ve gerekse de bu
politikaların belirlenmesi ve uygulanmasında rol alan kurumlar bakımından
sınırları kesin çizgilerle belirlenmemiş bir bir bilim dalıdır.
Sosyal politika ile devlet arasındaki ilişki
amaçları itibariyle her ikisinin de taraflar ve değişik çıkar grupları arasında
denge ve uzlaşma sağlayıcı rol oynamalarında yatmaktadır. Sosyal politikanın
ortaya çıkış nedenlerinden biri olan kötü çalışma koşulları ile devletin bu
gelişmelere paralel olarak çalışanların haklarını koruyucu düzenlemeleri
devreye soktuğu liberal dönem bu ilişkiyi netleştirmesi bakımından örnek olarak
gösterilebilir. Ayrıca devletin ülkedeki sosyal gelişmeyi hızlandırıcı, bütün
grup ve sınıfları dikkate alan politikalara yöneldiği bilinmektedir. Bu
çerçevede, eğitim, sağlık, gelir dağılımı, sosyal güvenlik, istihdam
politikaları yoluyla ülkenin ekonomik ve sosyal refahını sağlayacak tedbirler
almaya başladığı dönemlerde, sosyal politika kavramının devlet aracılığıyla
uygulanabilirlik kazandığı söylenebilir.
Sanayi Devrimi’nden sonra ortaya
çıkan “bırakınız yapsınlar” felsefesi, sosyal yapıdaki mevcut sorunları çözmede
yetersiz kalmıştır. Sanayi kapitalizminin ortaya işçi sınıf ile ilgili yeni ve
ciddi problemler çıkarması, sosyal devlet kavramının ortaya çıkmasına neden
olmuştur. Çünkü ortaya çıkan sosyal sorunlar mevcut hukuksal düzeni ciddi
şekilde tehdit etmiştir. Ortaya çıkan sosyal devlet kavramının ise içerisinde
bulunduğu dönemin sosyo-ekonomik özelliklerine göre farklılaşan rollere sahip
olduğu söylenmelidir.
Devletin sosyal politikadaki değişen
rolünü incelerken, öncelikle devletin sürece üç biçimde dahil olduğu tespitinin
yapılması daha doğru olacaktır. Buna göre devlet sisteme ilk olarak, finansman
sağlayıcı fonksiyonu ile katılabilir. İkincisi, bizzat yardımları ya da
hizmetleri sunan aktör olarak. Üçüncüsü devlet, sosyal politika sistemlerini
veya uygulamalarını düzenlemek suretiyle sisteme dahil olabilir. Günümüzde bile
pür kapitalist ekonominin varlığını iddia etmek zordur. Liberal veya kapitalist
ekonomiye dayalı ülkelerde bile devletin sosyal ve ekonomik hayata müdahale
ederek sosyal ve ekonomik faaliyette birtakım fonksiyonlar üstlendiği
görülmektedir. Böylece, makro ekonomik politikaları ile sosyal kaygıları olan,
niteliksel anlamda “sosyal devlet”e dönüşen bir devlet anlayışı karşımıza
çıkmaktadır.
Sosyal
ya da refah devletinin tanımının “bireylere ve ailelere asgari bir gelir
güvencesi garanti eden, onları toplumdaki tehlikelere karşı koruyan, onlara
sosyal güvenlik olanakları sağlayan, toplumsal konumları ne olursa olsun tüm
vatandaşlara eğitim, sağlık, konut gibi sosyal hizmetler alanında belirli bir
standart getiren devlet” olduğu düşünüldüğünde, hemen tüm alanların sosyal
politikanın uygulama atölyesi olduğu anlaşılmaktadır. Yoksulluğa karşı,
işsizliğe karşı mücadele, asgari bir geçim düzeyinin sağlanması, sosyal
güvenlik sistemi ve sosyal yardımlar, eğitim, sağlık, konut politikaları gibi
uygulamalar sosyal politikanın temel uygulama alanlarıdır.
Refah devleti kavramı ilk kez
Almanya’da 19. Yüzyılın sonunda sosyal güvenlik alanında alınan önlemler
nedeniyle kullanılmaya başlanmıştır. Ancak kavramın gerek gelişimi, gerek
yaygın anlamda kullanımı II. Dünya Savaşı sonrasındadır. Başlangıçta daha
sınırlı bir hedef ve kapsamı olan refah devleti, sosyal politikanın
genişlemesine paralel olarak zamanla yaygınlaşıp genişlemiştir.
Refah
devletinin gelişim aşamalarını kabaca dört dönemde belirtmek mümkündür. Bunlar;
1870’lerde başlayan ve bir deneyim kazanma dönemi olarak
adlandırılan birinci dönem, 1930’lardan 1940’ların sonlarına kadar uzanan pekiştirme-sağlamlaştırma
dönemi olarak da ifade edilebilecek olan ikinci dönem, 1950’lerden 1970
ortalarına dek devam eden ve büyüme-yayılma dönemi olarak anılan
üçüncü dönem ve 1970 ortalarından günümüze değin süregelen ve dördüncü aşama
olarak kabul edilen sorgulanma ve yeniden
yapılanma dönemi dönemleridir.
Büyüme-yayılma dönemi olarak ifade edilen ve literatürde altın çağ olarak da bilinen 1945-1975 yılları Keynes'in öncülüğünde kurulan ve Türkiye dahil pek çok ülkede geniş yankı uyandıran Keynesyen Refah Devleti, aslında soğuk savaş yıllarına ve kapitalist sistemin Altın Çağına özgü bir devlet biçimi olarak, büyük bir toplumsal uzlaşmaya sahne olmuştur. Keynes'in öncülüğünde ilerleyen talep yöntemi, öncelikle yüksek bir büyüme sağlamış, ardından istihdamın artmasına yol açmış, ücret ve çalışma koşullarını iyileştirmiştir. Hızlı ekonomik büyüme, gelişim halindeki refah devletleri için maddi kaynak sağlamış, bu yolla sağlık, sosyal güvenlik, eğitim ve konut gibi alanlarda önemli gelişmeler yaşanmıştır. Bu minvalde savaş sonrası yıllardan başlayarak, 1980'li yıllara kadar GSMH içinde sosyal refah hizmetlerine ayrılan pay giderek artmıştır. Bununla birlikte Keynesyen refah devleti modelinin, krizin başladığı yıllara değin Avrupa toplumlarının nüfus, aile ve iş piyasası yapıları ile iyi derecede bir uyum içerisinde olduğu da bilinmektedir Yüksek doğum oranı, kısa yaşam süresi, büyüyen sanayi istihdamı, düşük kadın istihdam oranı, erkeğin reis olduğu aile modeli ve geleneksel cinsiyet ilişkileriyle uyumlu sosyal refah önlemlerinin giderek geliştiği görülmektedir. Ancak toplumsal yapı değişmeye başladıkça, refah devleti ve sosyo-ekonomik realite arasındaki bu uyum erimiştir.
Hiç yorum yok :
Yorum Gönder